Pankreas nöroendokrin tümörleri (PNT), insülinoma, gastrinoma, glukagonoma
ve somatostatinoma gibi fonksiyonel, hormon üretimi yapmadıkları için klinik
sendromlara yol açmayan nonfonksiyenel tümörlerden oluşur. Tüm pankreas
tümörlerinin %1-5’ini oluşururlar. Her yaşta görürebilirsede
sıklıkla 4-6. dekatlarda ortaya çıkar. Erkeklerde hafifçe daha sık (%
55.2/44.8) görülürler.
Pankreas adeno karsinomlarından ayırımı mutlaka yapılmalıdır. Karaciğer
metastazı varlığında bile prognozları karsinoma göre çok daha iyidir.
PNT’ler duktal epitel ya da asiner sistemdeki pluripotent hücrelerden
differansiyasyon yoluyla gelişmektedirler.
PNT’lerin çoğunluğu sporadik vakalardır, ancak Multiple Endokrin Neoplazi
tip 1 (MEN 1), Von Hippel Lindau sendromu (VHL), nörofibramatosis tip 1 (NF1)
tuberosus sclerosis (TS) gibi herediter endokrin hastalıkların bir parçası
olarak ta karşımıza çıkabilirler.
KLİNİK
ÖZELLİKLER
PNT’nin klinik özellikleri tümörün fonksiyonel olup olmaması ve hangi
hormonu ürettiğine bağlı olarak değişiklik gösterir.
Hormon üretimi yapan tümörler, bu özellikleri ile ön plana çıkarken,
nonfonksiyonel olanlar genellikle kitle etkisi ya da metastazları ile ortaya
çıkar. Fonksiyonel olan tümörlerde tanı radyolojik yöntemlerden çok,
biyokimyasal olarak konulur. Ayrıca çoğu zamanda PNT’leri başka sebeplerle
yapılan görüntüleme yöntemleri ile tesadüfi olarak bulunurlar. Çoğunluğu malign
olmasına karşın ağır seyirli tümörlerdir, bunun tek istisnası insülinomalardır.
İnsülinomaların çok büyük bölümü selimdir. Ancak diğerleri karaciğer
metastazına yol açarlar, olguların %50-60’ında daha tanı konduğunda karaciğer
metastazı vardır. Ancak metastaz yapmış tümörlerde bile prognoz adeno karsinomlara
göre daha iyidir.
Fonksiyonel olan tümörlerin en sık görüleni insülinomalardır, bunları
giderek azalan sıklıkla olmak üzere gastrinomalar, glukagonomalar, VIPomalar,
somatostatinomalar ve diğer nadir görülenler izler.
Hormonal olarak sessiz tümörler nonfonksiyonel olabilir ya da bu tümörlerde
fonksiyonel olarak etkisiz prekürsör hormon üretiyor olabilir veya hormon
üretiyordur ancak ürettiği miktar semptoma yol açacak kadar değildir.
Nonfonksiyonel tümörlerde semptomatoloji pankreas kanserine benzer, karın
ağrısı, kilo kaybı, bulantı, kusma, sırt ağrısı, pankreatit ve sarılık
görülebilir, abdominal kitle saptanabilir.
İNSÜLÜNOMA
Pankreasın insülin salgılayan beta hücrelerinden köken alırlar. Pankreasın
en sık görülen fonksiyonel nöroendokrin tümörüdür. Görülme sıklığı
0.4-0.12/100000/yıl oranındadır. Olguların %90’dan fazlasında tümör küçük,
soliter ve selimdir. MEN 1 sendromunda daima birden fazladır. Olguların %10’dan
azı malign özellik gösterebilir. Olguların çok büyük bir kısmında tümör
pankreas parankimi içerisinde sınırlıdır ve glandın heryerine eşit dağılım
gösterir. %3 kadar olguda ektopik yerleşim sözkonusudur, bu durumda yerleşim
yeri sıklıkla duodenum duvarıdır.
Aşırı insülin salınımına bağlı olarak gelişen hipoglisemi semptomları ile
kendini gösterir. Hastalarda konfüzyon, davranışsal değişiklikler, göz
kararması, halsizlik, konvülzyon gibi semptomlar vardır, koma ve ölüme neden
olabilir. Whipple triadı olarak adlandırılan bulgular tanı koydurucudur. Bu
bulgular, hipoglisemi semptomları, kan glukoz düzeyinin düşük oluşu ve glukoz
verilmesi ile semptomların düzelmesidir.
Biyokimyasal olarak tanı konulduktan sonra lokalizasyon çalışmaları
yapılmalıdır. Tüm pankreas glandındaki dağılımı eşit olduğundan yapılacak kör
rezeksiyonlar %50 başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Lokalizasyon saptandıktan
sonra cerrahi tedavi uygulanır ki bu en iyi ve en başarılı seçenektir.
Çoğu kez soliter ve küçük olduğundan dolayı enükleasyon tercih edilecek
yöntem olabilir, bu işlem laparoskopik olarakta yapılabilir. Ancak enükleasyon
için lezyon pankreatik kanal ve çevre vasküler yapılara 2-3 mm uzaklıkta
olmalıdır. Daha büyük tümörlerde distal pankreatektomi ya da
pankreatikoduedenektomi uygulamak gerekebilir.
GASTRİNOMA
İkinci en sık görülen fonksiyonel nöroendokrin tümördür, buna karşın ancak
insülinomaların yarı sıklığında görülürler. Sıklıkla 5-6. dekatlarda
görülürler. Hafifçe kadınlarda daha sık görülür. Tanı konduğunda bile olguların
%50-60’ında karaciğer metastazı tespit edilir.
Klinik tabloya yol açan gastrindir.
Hastaların %90’ında tipik peptik ülser yakınmaları vardır, %40 olguda aşırı
asid salınımı nedeniyle diare vardır. Yine aşırı mide asidi nedeniyle barsak
pH’sı düşmekte, mukoza epiteli zarar görmekte ve buna bağlı olarakta
malabsorbsiyon ortaya çıkmaktadır.
Ortaya çıkması ile tanı konması arasında genellikle uzun süre geçer, bu
süre yaklaşık 5 yıldır. Bu nedenle diarenin eşlik ettiği, peptik ülser ve
gastroözofageal reflü olgularınnda özellikle endokrinopatilerin olduğu
(bireysel ya da ailesel) durumlarda mutlaka gastrinomalardan şüphe edilmelidir.
Gastrinomaların %90’ı gastrinoma üçgeninde bulunur. Açlık serum gastrin
düzeyi 1000 pg/ml üzerindedir, ayrıca açlık mide pH’sı 2 den azdır.
Asid hipersekresyonuna bağlı semptomlar proton pompa inhibitörleri (PPI)
ile kontrol altına alınabilir, bu nedenle tedavide artık parietal hücre
vagotomisi ya da total gastrektomiler genellikle gereksizdir. Gerekli PPI dozu,
klasik peptik ülser olgularına göre genellikle çok daha yüksektir. Tedavide
ortalama 80mg omeprazol tedavisi uygulanır. Semptomatik kontrol sağlansa bile,
tümörün lokalize edilebildiği ve cerrahi girişeme uygun tüm hastalarda cerrahi
tedavi uygulanmalıdır. Cerrahi girişim ile potansiyel kür şansı elde edilir.
Cerrahi tedavi uygulanmayan olgularda 15 yıllık yaşam şansı %74 iken, cerrahi
tedavi ile bu oran %98’e yükselmektedir.
GLUKAGONOMA
İlk kez 1942’de pankreatik tümör ve eşlik eden cilt hastalığı olarak
tanımlanmıştır. Klasik klinik tablosu diabet, dermatit, depresyon ve derin ven
trombozundan oluşur.
Glukagonun glukoz, yağ ve protein metabolizmasında önemli etkileri vardır.
Karaciğerde glukoneogenezi stimule ederken, glikolizi inhibe eder. Kaslarda kas
yıkımını arttırarak glukoneogenezde rol alan alanin ve glutamin
aminoasidlerinin karaciğere gönderilmesini uyarır. Hiperglukagonoma durumunda
diabet gelişir.
Deride nekrolitik migratuar eritem olarak bilinen döküntüler tipiktir ve bu
lezyonlar hiperglukagonamaya bağlı diğer semptomlardan çok daha önce çıkar.
Olguların %70’inde bu lezyonlar vardır. Tedavi sonrası glukagon seviyeleri
düzeldiğinde cilt lezyonlarıda genellikle düzelir. Bu olgularda glukagon
seviyesi genellikle 500pg/ml’den fazladır.
Tanı konduğunda tümör genellikle büyümüştür ve çapı çoğu kez 4 cm’den
büyüktür, olguların %50’sinde metastaz vardır. Sıklıkla distal pankreas
yerleşimlidirler. Metastaz varlığında bile prognozu iyidir. Somatostatin
analogları semptomatolojiyi düzeltmede yararlıdır. Bu tedavi ile ağrı, diare ve
kilo kaybı kontrol altına alınabilirse de diabeti kontrol edemez.
VIPoma
Vazoaktif intestinal peptid (VIP) salgılayan PNT’leridir. VIP barsak
lümenine sıvı ve elektrolit sekresyonunu stimule eder. Aşırı sekresyonu ile
hastada sulu diare ve vücuttan su, NaCl ve potasyum kaybına yol açar.
Tedavide ilk basamak olarak dehidratasyon ve elektrolit dengesizlikleri
düzeltilmelidir. Diarenin önlenmesinde somatostatin analogları çok etkilidir.
Diğer PNT’lerinde olduğu gibi bunlarda da tümörün rezeksiyonu tek kür
şansıdır. Metastaz varlığında bile rezeksiyon planlanmalıdır. Debulking işlemi
bile postoperatif VIP hipersekresyonunun tedavisini kolaylaştırır.
SOMATOSTATİNOMA
Somatostatin pankreas delta hücrelerinden üretilir, parakrin etki ile
pankreas adacık hücrelerinden insülin ve glukagon sekresyonunu inhibe eder.
Ayrıca kolesistokinin ile yönetilen pankreas enzimlerinide inhibe etmektedir.
Bu etkileri nedeniyle hipersekresyonu halinde diabet, malabsorbsiyon, stetore
ve safra kesesi kontraktilitesi azaldığı için safra taşları oluşumuna yol açar.
Bu klinik tablolar nonspesifik olduğundan dolayı bu tümörler genellikle
rastlantısal olarak tespit edilirler.somatostatin
düzeyinin 14mol/L üzerinde saptanması ile tanı kesinleştirilir. Sıklıkla tanı
konduğunda metastaz yapmıştır. Medikal tedavisinde somatostatin analogları
kullanılır.
SINIFLANDIRMA
WHO’nun yeni sınıflandırmasında gastro-entero-pankreatik nöroendokrin
tümörler (GEP-NT) birlikte değerlendirilmektedir. Bu sınıflandırma
histopatolojik kriterlere göre (çap, invazyon, mitoz sayısı, Kİ-67 indeksi)
yapılmaktadır.
Buna göre tümörler; iyi differansiye ve selim ya da belirsiz davranışlı
(G1), iyi differansiye ve düşük grade malign davranışlı (G2) ve az differansiye
ve yüksek grade malign davranışlı (G3) tümörler olarak sınıflandırılmaktadır.
Sadece G1 tümörler carcinoid olarak tanımlanmaktadır. Nöroendokrin karsinoma
terimi ise tüm az differansiye tümörler için kullanılmaktadır.
Az differansiye tümörlerin klinik seyri hızlı ve agresiftir, buna karşın
iyi differansiye olanlar genellikle çok daha iyi prognoza sahiptir. Ancak iyi
differansiye olanlarda homojen bir grup değildir, farklı oranda agresiflik
gösterirler.
EVRELEME
Bugün kabul edilen TNM evrelemesi tablo 3’de verilmiştir.
Modifiye ENETS-TNM sistemi hastalık evresi ile survi arasında ilişki kurmaktadır.
Buna göre 5 yıllık yaşam şansı evre 1 hastalıkta (tümör < 4cm, pankreasa
sınırlı) %100, evre 2 hastalıkta (tümör > 4 cm, pankreasa sınırlı) %93, evre
3 hastalıkta (çevre ddoku invazyonu, lenf metastazı) %65 ve evre 4 hastalıkta
(metastatik) %15 olarak bildirilmektedir.
Tüm PNT’leri birlikte düşünüldüğünde hastaların ortalama 5 yıllık yaşam
şansı %15-61 ortalama %42 olarak belirtilmektedir. Metastatik tümörlerde tanı
konduktan sonraki ortalama yaşam süresi 23 ay olarak bildirilmektedir.
TANI
Nöroendokrin tümörden şüphe edildiğinde tam bir biyokimyasal inceleme
yapılmalı ve bu incelemeye mutlaka pankreastan salgılanan hormonlarda dahil
edilmelidir. Bu sayede tümörün fonksiyonel olup olmadığı ortaya konulacaktır.
Tanı için biyokimyasal analiz dışında tümör belirteçlerinin önemli rolü vardır.
Bu belirteçler, özellikle nonfonksiyonel PNT’lerinde olmak üzere, hem tanı hem
prognoz açısından belirleyicidir. Bunlardan plazma kromogranin A (CgA) düzeyi
en yaygın kullanılanıdır. Olguların %88-100’ünde tespit edilir. Diğer
belirteçlerde plazma nonspesifik enolaz, (olguların %83-100’ünde tespit
edilir), pankreatik polipeptid (pp), pankreastatin, sinaptofizin ve alfa ve
beta human karyonik gonadotropindir (olguların %25-40’ında tespit edilir).
Kromogranin A düzeyinin yüksek oluşu, kötü prognoza işaret eder, ancak
tedavi sonrası erken ve hızlı düşmesi
tedaviden beklenen başarının yüksek olacağına işaret eder. Yine CgA’nın tanı
sensitivitesi, lokalize ve erken evre tümörlerde %50’den az iken, metastatik
tümörlerde bu oran %60-100’e çıkar. Tümör yükünü yansıttığından, nüks açısından
değerlendirme esnasındada kullanılabilir.
TANI VE GÖRÜNTÜLEME
YÖNTEMLERİ
Abdominal
ultrasonografi (US), ucuz ve kolay ulaşılabilir olduğundan, tanı için
genellikle ilk başvurulan yöntem olmaktadır, buna karşın yöntemin
sensitivitesi, yapan kişiye bağımlı olarak %9-64 arasında değişmektedir. Bu
nedenle genellikle yeterli olmaz.
Bilgisayarlı
Tomografi (BT), multifazik kontrastlı teknik, PNT’lerinin tanısı için en
önemli görüntüleme yöntemidir. Sensitivitesi %80’in üzerindedir. Ancak
sensitivite 2cm’den küçük tümörlerde azalmaktadır. Semptomatik ancak
fonksiyonel olmayan tümörler, VIPomalar ve glukagonomalar genellikle tanı
konduğu sırada 3 cm’den büyük boyutta olduklarından, bu tümörler de yöntemin
sensitivitesi %100’lere ulaşmaktadır. Arteriyel ve venöz fazların alındığı
görüntülerde, pankreatik kitle yanısıra peripankreatik vasküler anatominin
ortaya konulabilmesi yöntemin avantajıdır.. Oral kontrastlı çekimlerde
duodenumun optimal görüntülemesi elde edilir ki, bu duodenal gastrinomaların
tanısında çok önemlidir.
Manyetik Rezonans
İncelemelerde (MRI), PNT’leri tipik olarak T1 serilerde hipointens ve T2
serilerde ise hiperintens sinyal verirler. Tanı için BT’nin alternatifidir.
Metastatik hastalıkta, hepatik metastazları göstermede BT ve somatostatin
sintigrafisine göre daha üstündür. Yöntemin sensitivitesi yine tümör büyüklüğü
ile yakın ilişkilidir. Godolinium ile yapılan çekimlerde 1 cm’den küçük
tümörler saptanamamaktadır ve 1-2 cm boyutundaki lezyonların ise ancak %50’si
tespit edilmektedir. Büyük tümörler kontrastsız çekimler ile de tespit
edilirler.
Endoskopik
ultrasonografi (EUS); ile pankreasın yüksek rezolüsyonlu görüntülemesi elde
edilebilmektedir. Tümör saptamadaki sensitivitesi çok yüksektir (%79-82), 2-3
mm boyutundaki tümörler bile tespit edilebilmektedir. Peripankreatik lenf nodu
metastazları yanı sıra duodenum duvarında yerleşmiş gastrinomaların tespit
edilmesinde üstünlükleri vardır. Pankreas başındaki lezyonlar, distaldekilere
oranla daha kolay tespit edilirler. Yine yöntemin önemli avantajlarından biri,
inceleme esnasında ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılabilmesi ve histolojik
tanının konulabilmesidir. Yöntemin en önemli dezavantajı, çok deneyimli
endoskopiste bağımlı olmasıdır.
Somatostatin
Reseptör Sintigrafisi (SRS); PNT’lerinin büyük bölümü, özellikle alttip 2,
somatostatin reseptörü içerir. Bu nedenle bu kitleler radyoaktif işaretli
(indium 111) somatostatin analogları ile görüntülenebilmektedir. Gastrinoma,
glukagonoma ve nonfonksiyonel PNT’lerin tespitinde çok etkindir. Buna karşın
insülinomalar ve az differansiye tümörlerde, somatostatin reseptör ekspresyonu
düşüktür ve bu nedenle, SRS ile gösterilmeleri daha zordur.
Yöntemin doğruluk oranları, single foton
emisyonlu BT ile kombine edildiğinde (SPECT)
çok daha fazla artırılmaktadır. Bu yöntemde somatostatin analogları flor-18
veya galyum-68 gibi PET izotopları ile işaretlenmektedir. Böylece karın
içindeki fizyolojik/patolojik tutulum alanlarının ayırıcı tanısı çok daha doğru
biçimde yapılmaktadır.
Hormonal olarak aktif ancak radyolojik yöntemler ile tespit edilemeyen
tümörlerde, tümör lokalizasyonunu saptamak ve tedavi planlamak için invaziv
yöntemlerin kullanılması gerekir. Bu durumlarda arteriyel stimülasyon ve venöz örnekleme yöntemlerine başvurmak
gerekir.
TEDAVİ
PNT’lerin tedavisi, semptomların şiddeti, tümörün differansiyasyonu ve
tümörün evresi göz önüne alınarak planlanır. Tedavi amacı küratif olmalıdır,
ancak semptomların yokluğunda, özellikle fonksiyonel olmayan PNT’lerinde tanı
gecikmesi kaçınılmazdır. İleri evre hastalıkta palyatif girişimlere başvurulur.
Cerrahi Tedavi
Belirgin cerrrahi girişim için kontrendikasyonu olan veya yaygın
metastazları olan olgular dışında ki, tüm hastalar için küratif cerrahi girişim
planlanmalıdır. Primer tümör ve bölgesel lenf nodlarının küratif rezeksiyonu
ile oldukça başarılı sonuçlar elde edilebilir. Lokalize, rejional ya da metastatik
hastalıkta cerrahi tedavi ile belirgin biçimde daha yaşam süresi elde edilir
(141 ay/35 ay). Bu olgularda 5 yıllık yaşam beklentisi % 75’ten fazla olarak
bildirilmiştir. Lenf nodlarında tutulum olması prognozu kötü etkilemektedir.
İleri evre hastalıkta rezeksiyondan sonra rezidüel tümör kalması durumunda
prognoz kötüdür.
Seçilecek cerrahi girişim doğrudan tümör büyüklüğü ve lokalizasyonu ile
ilişkilidir. Pankreas kuyruk ve gövdesinde yerleşmiş olgularda distal
pankreatektomi ve pankreas baş bölgesinde yerleşmiş tümörlerde Whipple
ameliyatı gerekecektir.
İnsülinoma gibi, selim fonksiyonel PNT’lerinde, tümör çapı 2 cm den küçükse
enükleasyon işlemi yeterli olacaktır, ana pankreatik kanala yakın lezyonlarda
ise pankreatektomiler (santal, distal) gerekebilir. Bu olgularda cerrahi tedavi
ile %85-95 kür elde edilir.
Hepatik metastazlara
yaklaşım; PNT’leri metastazlarını en sık karaciğere yaparlar ve bu metastazlar
hastalığa bağlı mortalitenin en önemli nedenidir. Karaciğer metastazlarını
rezeksiyonu olguların %90’dan fazlasında belirgin yarar sağlar. Metastaz
rezeksiyonunu takiben beklenen beş yıllık yaşam oranları %60 civarındadır, bu
oran ameliyat edilmemiş olgularda ancak %30’lar dolayındadır.
Radikal cerrahi girişim uygulanmış ancak hepatik metastazları cerrahi
girişime uygun olmayan olgularda hepatik arter embolizasyonuna başvurulabilir.
İşlem gelfoam ile yapılabileceği gibi, doksorubicin, sisplatin ya da
streptozocin gibi sitotoksik ajanlar ile
(kemoembolizasyon) veya yttrium-90 gibi radyoaktif izotoplar
kullanılarak (radyoembolizasyon) yapılabilir.
Çok sayıda hepatik metastaz olması durumunda tek başına ya da cerrahiyle
kombine halde hem radyofrekans ablasyonu, hem de cryoablasyon yöntemleri
kullanılabilir.
Sistemik Tedaviler:
Somatostatin analogları (octreotid)
Olguların %80’inde tümör, yüksek oranda somatostatin reseptörü
içerdiğinden, radyoaktif işaretli somatostatin analogları ile hedefe
yöneltilmiş radyoterapi uygulanabilmektedir. Bu amaçla kullanılan radyoaktif
maddeler, indium, yttrium ve lutetiumdur. Yöntemle belirgin semptomatik düzelme
ve tümör regresyonu elde edilebilmektedir.
Everolimus : mamalian target of rapamycin (mTOR) tümör büyümesini,
proliferasyonunu ve apopitosisini regüle etmektedir. Everolimus, mTOR inhibitörüdür.
İleri evre diğer tedavi yöntemleri için şansı kalmamış olgularda
kullanılmaktadır. Sürvi üzerine olumlu etkileri bildirilmektedir.
Sunitinib: tümör dokusunda anjiogenezi stimule eden, trombosit kökenli
büyüme faktörü, kök hücre faktörü ve vasküler endotelial büyüme faktörü (VEGF)
reseptörleri yüksek oranda bulunur. Sunitinib, VEGF reseptörlerine karşı
aktivite gösteren tirozin kinaz inhibitörlerinden biridir. Yine ileri evre
olguların tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır.
Bevacizumab: VEGF inhibe edici monoklonal antikordur. Yine nöroendokrin
tümörlerin tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır.
Sistemik kemoterapi: Az differansiye ve
hızlı büyüyen tümörlerin tedavisinde öncelikli olarak neo adjuvan kemoterapi
uygulanabilir. Streptozocin ve doxorubicin ya da streptozocin ve flurouracil
kombinasyonları ile biyokimyasal ve radyolojik regresyon elde edilebilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder